30 Aralık 2009 Çarşamba

KİŞİSEL BÜTÜNLÜĞÜM

Gectiğimiz hafta tv8de Doğan Cüceloğlu ile İnsan İnsan'a programının konuğu Emre Kongar'dı.Programın tümünü izleyemedim ama izlediğim kısımda "özü sözü bir insan nasıl olur" bunu konusuyorlardı.Emre Kongar bizim kültürümüzde insanların yüzüne gülüp ya da güzel şeyler söyleyip daha arkasını döner dönmez dedikodusunu yapmanın nasıl da normal sayıldıgından bahsetti..Örneğin tanıdıgımız birinin yeni saç modeline methiyeler düzüp o kişiden ayrıldıgımız anda yanımızdaki diğerine "gördün mü ne kadar iğrenç olmus,hiç yakışmamış"cümlesini çok rahatlıkla kurabildiğimizi söyledi..Batı toplumlarında insanların bu tarz davranışlarda bulunmadıgından ,karsısındakinin yüzüne içinden hiç gelmediği halde güzel sözler söylemediğinden ama arkasından da çekiştirmediğinden bahsetti.Aslında bahsedilen tam bir kişisel bütünlükten yoksunluk haliydi..Bizim içinde yaşadıgımız kültürün bu kadar önemli bir konudaki bozuklugu nasıl normalleştirdiğini düşünüyorum ne zamandır.Mevlana bizim insanımız ..En meshur sözlerinden biri "ya oldugun gibi görün,ya göründüğün gibi ol."Mevlana'dan altın öğütler diye çerçevelettirip duvarlarımıza asıyoruz.Peki uygulamada neden böyleyiz ..
Herhangi bir konuya hem zihnen hem kalben dikkat kesilince sanki hep onunla ilgili şeyler dikkatini çeker ya insanın,benim de öyle oldu son zamanlarda.Program yayınlanmazdan evvel de bu konu beni mesgul ediyordu.Tabi kişisel bütünlük bozukluğu sadece yüze gülüp arkada konusma halinde tezahür etmiyor.Bazen sadece sevilmeme,kabul görmeme,yargılanma gibi korkularla kendimizle ilgili beyaz yalanlar uyduruveriyoruz rahatlıkla,farkında olmadan..Bazen kalbimiz başka şey söylüyor aklımız başka..Bazen kalbimiz aklımız uyuyor birbirine bu sefer de eylem aşamasında çuvallıyoruz...Ya da zihnimizdeki sese uyup birşey yapıyoruz,özgerceğimizi ifade etmekten o kadar uzak oluyor ki,sonra keşke uymasaydık diye ahvah ediyoruz..Zaten dualarımızın isteklerimizin neden bir türlü gercekleşmediğinin cevabı da bu kişisel butunluk meselesi değil mi..Hem sprituel öğretilerde hem de dinlerde bu böyledir."Sen kalben iste olur"deriz..Çünkü ellerimizi açar dua ederiz "bir ev istiyorum" diye,aklımız o sırada bu maaşa nasıl ev alıyorsun der..Allah'ın evrendeki sınırsız sonsuz hazinelerine inanmaz...Ayrıca yine yazının başında da bahsettiğim gibi bütünlüğümüzü bozan diğer mevzu karsımızdaki üzülmesin diye onunla ilgili söylediğimiz yalanlar...Çok yakışmış,harika olmuş,süper bir seçim..İçimizden bambaşka seyler gecerken bu cümleleri hangimiz kurmadık ki?
Ben kendimle ilgili konularda bütünlük sağlamak adına çok çabalıyorum.Hala kendimi sırf karsımdaki üzülmesin diye istemediğim birseyi yaparken buluyorum..Ya da artık çok çok aza indirsem de kendimle ilgili kabul görmeme korkusundan dolayı küçük yalanlar söylerken yakalıyorum.Bunların kökeni o kadar sinsi o kadar derinlerdeki,çogu zaman bir mantıklı kılıf uydurup egonuz hareketinizin haklı oldugu konusunda sizi ikna edebiliyor.Ancaaak bir konu var ki tıkandıgım o da ilk paragrafta bahsedilen konu,yani karsımdaki insana benim begenime sundugu birseyi hiç ama hiç begenmediğimi söyleyemiyorum işte.Arkasından dedikodusunu yapmıyorum Allaha sükür.Ama yüzüne de "güzel olmamıs,ben begenmedim"cok nadir diyorum.Sonra baslıyor ben de tabi iç hesaplaşma,"dogruyu söyleyemedim "diye hırpalayıp duruyorum kendimi..Gecenlerde cok yakın bir arkadasım Alman kayınvalidesine yeni aldıkları masa sandalye takımını gösterip fikrini sormus.Kadın da gayet doğal bir ifadeyle "Begenmedim"deyivermiş:)Tabi arkadasım biraz bozulmus ,üzülmüş.Bana anlattığında,ona bu davranısın aslında ne kadar normal oldugunu acıklamaya calıstım kendimce..Sanırım bizim kültürümüzde bu kadar acık sözlülük cok da mumkun değil.Ben de kendimce dürüst olmak adına ifadelerimi yumusatarak söylemeye karar verdim."Sen begenip almıssın ne hoş güle güle kullan"örneğin zevkime hitap etmeyen durumlarda kullandıgım yumusak ifadelerden biri...Zira ne kalbim ne aklım karsımdakine direk"begenmedim" demeyi kabul etmiyor henuz:))

28 Eylül 2009 Pazartesi

BEL AĞRISINA MEDİTASYONLA ÇÖZÜM

Bel agrısının etrafımda ne kadar yaygın oldugunu gördüğüm ve uyguladığım tedavi yönteminin bel agrısını gercekten hayatımdan cıkardığına kanaat getirdiğim için bu yazıyı yazmaya karar verdim.Burada yazdıgım yöntem ,düşüncelerimizin ve eylemlerimizin hayatımız üzerinde ne kadar etkili olduguna inananlara belki bir ışık tutar diye düşünerek kaleme alınmıstır..
Yaklaşık 3 yıl önce bir sabah giyinirken belime saplanan dayanılmaz ağrıyla oldugum yerde kaldım.Bırakın dogrulmayı ,en ufak bir kıpırdama girşimi bile beni mahvediyordu.Sürünerek salona geldim ,2 gün boyunca yerde yattım.Kas gevşeticiler yardımıyla iki gunun sonunda zar zor dogrulup doktora gitmeyi basarmıstım.Teşhis klasikti: disk kayması ..O zamandan bu yana bel ağrısı hep hayatımda oldu.Doktor tavsiyesiyle yapılan hareketler artı plates dersleri hemen aldıgım tedbirler oldu..Tamam işe yarıyorlardı ama belimdeki ağrı tamamen çıkıp gitmemişti işte hayatımdan.Hep orada varlıgını hissettiriyordu bana,hayatımın bir parçası olmustu.Eğilirken ,ağır bir şey kaldırırken,topuklu ayakkabı giyerken hep tedirgindim,ağrının şiddetlenerek devam edeceği nerdeyse kesindi çünkü....Bu şekilde 2009 baharına kadar devam etti...Sonra bahsettiğim tarihlerde bu ağrıya bir de bacak ağrıları eklendi. .Belimle bacaklarım arasında gezinen ağrılardan dolayı oturabilmek bile benim için bir lüks olmustu.Ruh halimse beni öldürüyordu.Hergün güne başlarken acaba bugün ne kadar acı çekeceğim diye düşünüyor,beklentim asla boş çıkmıyordu...
Uzun zamandır kendi iç dünyamla haşır neşir oldugum için ve vücudumuzdaki hastalıkların da bize birşey anlattıgına olan inancımdan dolayı bu konuda artık eyleme geçmeye karar verdim.Zira bedenim artık küçük sinyaller değil alarm veriyordu..
Bir gün "bu ağrıları hayatıma neden çektim,bana ne anlatmaya çalışıyorlar "anlamaya niyet ederek gözlerimi kapadım.İlk önce 3 yıl önceki olay geldi aklıma.O dönem çok sevdiğim biri önemli bir hastalık geçiriyordu ve onun tedavisine ilişkin tüm sorumluluklar benim üzerimdeydi.Muhtemelen bu kadar sorumlulugu taşıyamamıstım ve hastalık vucudumdaki en zayıf noktadan beni vurmustu.Peki ama ondan önce benim belim çok mu sağlıklıydı?Hatırlamaya niyet edince birden farkına vardım,aslında hayatım boyunca uzun süre eğilip birşeylerle uğraştığımda doğrulurken belim hep hafif hafif ağrırdı,ama ben bunu önemsemez normal sanırdım.Biraz daha geri gitmeye niyet ettim,doğustan böyle olamazdı ya,ilk ne zaman ağrımıstı peki?Gözümün önüne lise yaşlarım geldi.Evde büyük temizlik var ve ağır bir eşyanın yerinden oynatılması gerekiyor,annem sabırsız babamın akşamüstü gelmesini beklemek yerine eşyayı hareket ettirmeye çalısıyor ve anneme kıyamayan ben bir ucundan yardım etmeye kalkışırken belimde ince bir sızı hissediyorum.Bulmustum işte...Hayatım boyunca bunu hep yapmıstım ben.Birilerine kıyamayıp kaldıramayacağım yüklerin altına girmiştim.Hemen o tarihten bugune sadece elimden geldiği kadar yardım etmekle yetinmeyip başkalarının dertlerini sıkıntılarını nasıl sırtımda taşıdıgımı,etrafımdaki herkes iyi olsun diye delicesine nasıl çaba sarfettiğimi,başaramayınca nasıl kendimi hırpaladığımı ;kişi kişi olay olay hatırladım ve defterime not ettim.Hastalığın beni yataga bagladıgı dönemdeyse bu tanrıcılık rolümde doruk noktaya ulastığımı acıyla hatırladım.Evet canımdan cok sevdiğim bir insan tehlikeli bir hastalıgın tedavi sürecindeydi,ben de yakından ilgileniyordum,ama yine her zamanki gibi sadece üzerime düşeni yapmakla kalmayıp,acaba doğru doktor,doğru hastane mi sectimden tutun da basit bir recete veya rapor için bile tüm günümü ve zihnimi mahvediyordum.Ayrıca bu konuda sorumluluk almaya hazır kimselere guvenemiyor,onlar birşeyler için kosturuken oturdugum yerde acaba hersey yolunda gidiyor mu diye onlardan daha cok stres yükleniyordum.Muhteşem egom iş başındaydı.Benden daha iyi hiçkimse hiçbir sorunu çözemez,fikir üretemezdi,hatta sorunun sahibi bile:)Evet o dönem ağrı beni şiddetli vurmuş,sonrasında hayatımda iyice yer edinmiş,benim anlamaya niyetim olmadıgını anlayınca şiddetini tekrar arttırmıştı.
Bu farkındalıktan sonra hemen tek tek defterime not aldığım isimleri gözümün önüne getirdim..Bu insanları sırtımda taşırken gördüm kendimi meditasyon anında,hepsini tek tek sırtımdan indirdim,o an o kişinin bana hissettirdiklerine bağlı olarak kiminden özür diledim kimini affettim.O insanların hayatına hangi korkularımı susturmak için bu derece mudahele ettiğimi buldum,farkına vardım.Daha cok suclanma ve sevilmeme korkularımın üstünü kapatmak için bu şekilde davrandığımı buldum.Eğer herkes iyi olmazsa suclu hissediyordum,eğer hayır dersem sevilmemekten çok korkuyordum.Hatırladığım tüm olaylara ,o insanlara ve kendime içimden geldiği gibi hiçbir metoda bağlı kalmadan güzel enerjiler gönderdim.Sonra kendi kendime "başkalarının hayatını kontrol etmeyi bırakıyorum""herkes kendi kendine yeterli""ben sadece yardım etmeyi seciyorum""herkes kendi kararlarını kendi verebilir""hersey olması gerektiği gibi" gibi cümleler söyleyerek ,bunları bilinçaltıma kabul ettirdim.Meditasyonumu bitirip gözlerimi açtığımda kuş gibi hafiftim ..İnanılmazdı,ağrım yerinde yoktu:)Yıllardır süren düşünce şeklimle vucudumda oluşan enerji blokajını çözmüştüm sanırım:)Birkaç gün hep gözlemledim ,acaba ağrılarım ne zaman başlayacak diye,sonra bunun da bir çeşit güvensizlik olduguna karar verip bıraktım.Evet o günden beri hayatımda bel ağrısı yok,yıllardır sırtımda taşıdıgım yuklerin hepsini bıraktım çünkü,yenilerini almamaya da dikkat ediyorum:)Yine zaman zaman birileri için doktor randevuları organize ediyorum,biryerlere kosturuyorum,sorunları oldugunda konusup kendi bildiğimce çözümler sunuyorum,ama neden benim dediğimi yapmadı diye kendimi harap etmiyorum,canım evde kalıp kitap okumak istiyorsa arkadasım yalnız gitmesin diye kendimi sinemaya gitmek zorunda hissetmiyorum.Sevdiğim insanlar için herşey bensiz de yolunda mı diye kontrol etmiyorum..Tabi bu bilince geçiş biraz dikkat ve farkındalık gerektiriyor.Kendimi eski alışkanlıklarımla hareket etmek üzereyken yakalayıp,zaman zaman durdurmam gerekiyor.Ama günler gectikçe eski tarzımdaki davranıslarımın azaldığını farkediyorum ve belimin ağrımadıgını da:)
İşte size düşünce gücüyle şifalanmaya somut bir örnek...Düşüncelerimizin olumsuz ve yıkıcı olduğu takdirde vücudumuzda rahatsızlıklara yol açtığı tıbben de kabul ediliyor.Bence herkes niyet ederek ve ciddi bir çalışmayla enazından bu tarz ağrıların gönderdiği sinyalleri çözüp hayatından cıkarabilir.
Sevgiyle kalın...

30 Ağustos 2009 Pazar

HALVETTE 40 GÜN

Michaela Mihriban Özelsel,Halvette 40 gün kitabının yazarı..Yaklaşık 3 yıl önce bir tıp merkezinin bekleme salonunda dergi karıştırıken karşıma kendisiyle yapılmış bir ropörtaj çıkmıştı.Fotoğrafta gördüğünüz tipik Avrupalı bir kadın Mevlana'dan ,ilahi aşktan ve hatta kırk gün süren bir halvet deneyiminden bahsediyordu.Özelsel psikologtu ve bu deneyimini bir bilim kadını gözüyle değerlendirdiği bir de kitap yazmıştı.
İşte halvette 40 gün kitabıyla tanışma hikayem:)
Yazarın öyküsü fazlasıyla ilgimi çekmişti..Psikoloji,tasavvuf,içyolculuk ve daha önce yüzyıllar öncesine ait sandığım ama günümüzde yapılan bir uygulama..İçyolculukta bir atlama taşı olarak kullanılabilecek,ancak bir rehber tavsiyesiyle-gözetiminde yapılan belli bir zaman diliminde tekbaşına bir odada,sınırlı beslenerek ibadet ile,dua ile,okuma ile ve düşünme ile geçirilen zaman..
Kitabın arka sayfası şöyle tanıtıyor içeriğini;
1990 başlarında ,Üsküdar'da ,derme çatma ,birkaç katlı bir apartmanda,soğuk ve eşyasız bir odada dünyayla ilişki görünürde kesilirken,belki de asıl hayat su yüzüne çıkar;beden latifleşir,ruh genişler,saplantı nevrozları çözülmeye durur.İnsan,asıl hayat ve maceranın içine gömülür...Çocukluktan evliliğe ,akademik bilgiye kadar pek çok şey gözden geçirilir.Ama artık bir iç gözdür bakan...
Kitap tasavvuf konusunda sözsahibi araştırmacı yazar Annemarie Schimmel'in önsözüyle başlıyor.Kitabın devamı 40 günü tek tek anlatan günlük niteliğinde.Günlük yazılarında hem fiziksel hem ruhsal deneyimler; Mevlana'dan, Kuran'dan,İbn-i Arabi'den,Halil Cibran'dan ,Schimmel'den ,Chittick'den alıntılar var.Halvette günler ilerledikçe ,iç yolculuk derinleştikçe yazarın çözülmeleri başlıyor...Örneğin beşinci günün sonunda şöyle yazmış yazar:"Sanırım bütün mutsuzluklar,birşeylere sahip olduğumuz zannından ve zaten olacak olana direndiğimizden doğuyor.Derinlerde saklı olan huzur anahtarı ise kabullenmek ve direnmekten vazgeçebilmektir."Sonlara doğru otuzaltıncı günde dünyevi ihtiyaçlar oldukça anlamını yitimiş haldeyken şöyle bir tespit var o güne dair yazılanlarda:"Kurşun kadar ağır olan her ihtiyaç,bu inanılmaz özgürlüğün yaşayan gerçekliğini,eriyerek BİR olmayı,istiğna rüzgarlarında dans etmeyi kesinlikle engelliyor"Yazar deneyiminin çağrıştırdığı yalnızlığa ithafen kırkıncı günün sonunda şöyle diyor:"Yalnızlık kelimesi hissettiğim şeye hiç uymuyor,çünkü ben hiç yalnız değildim.Halvette aradığım VARLIK her an benimleydi"
Kitaptaki günlük; halvetin ardından birkaç gün daha devam ediyor.Dış dünyaya döndükten sonra yaşananlar..Ardından halvetin bilimsel açıdan değerlendirilmesi ,diğer mistik öğretilerdeki benzer uygulamalarla karşılaştırmalar,deneyim sırasında vücuttaki enerjinin dönüşümüne dair açıklamların yeraldığı "yorumlar" bölümü yer alıyor.Son olarak da kitapta geçen tasavvufi ve psikolojik terimlere dair sözlükle son buluyor.
İnsanın gündelik hayatta sahip olduğu herşeyi bırakıp ; hayatı içinde kısa, ancak deneyim açısından uzun bir zaman diliminde sadece kendiyle başbaşa kalabilmeyi göze alması oldukça cesur bir karar.Bu açıdan bile okunmaya değer bulmuştum ben kitabı.Yazarın çıkarımlarını tasavvufla sınırlamak haksızlık olur,bence evrensel.Ama kitabı tavsiyem yine de sadece tasavvufa ilgisi olanlara olacak.Çünkü kitapta bir sufi metodu olan halvet doğal olarak tasavvuf çerçevesinde anlatılmış.Bu noktada ilgisi olmayanlar açısından konuya odaklanmak zorlaşabilir veya sıkıcı olabilir.
Herşeyin "aşk" olduğunu bir de bu pencereden okumak isteyenlereyse kesinlikle tavsiye ederim!!!!!!




12 Temmuz 2009 Pazar

VAROLMANIN GÜCÜ

Gnothi Seauton-Kendini Bil... Antik Yunan medeniyetinde,Delphi'deki Apollo Tapınağı'na kutsal kahinden geleceklerini öğrenmek için gelen insanları tapınağın girişinde yazılı olan bu sözler karşılarmış.Bu sözlerle , aslında insanın hiçbir dışsal dayanak kullanmadan kendi varoluşunun farkında olmasının,kendini içsel olarak tanımlayabilmesinin zaten insan hayatını şekillendirdiği anlatılır.Kendini bilen insanın kehanete ihtiyacı yoktur.Günümüz tabiriyle farkındalık olarak adlandırılan "kendini bilmek"kavramı ve vaadettiği özgürlük "Varolmanın Gücü" kitabı aracılığıyla Eckhart Tolle tarafından bizlere anlatılıyor.Yüzyılımızın önemli spiritüel üstadlarından sayılan Tolle,kitabına önce ne olmadığımızı anlatarak başlıyor. Kitabın önemli bir kısmı ego temelli bilincimizin açıklanmasına ayrılmış.Tolle bize kendimiz sandığımız egomuzu bir güzel anlatıyor kitapta...Kendimizi onunla tanımladığımız; zihnimizde konuşan,şikayet eden,öfkelenen,kırılan,sahip olduklarıyla bütünleşen ,hayat içinde oynadığımız rollere kendini kaptıran,patolojik biçimlere bürünen,ya geçmişte ya da gelecekte ama asla şimdide yaşayamayan egomuzun dinamiklerini bize uzun uzun tüm ayrıntılarıyla açıklıyor.Egonun sadece bireysel yönleri değil;toplumları ,ülkeleri,medyayı etkileyen kollektif halleri de detaylandırılıyor kitapta.Sonrasında Tolle,egodan sıyrılarak gerçek özgürlüğe geçişi,gerçekte kim olduğumuzu bulmayı ,yani yazının başında belirttiğim farkındalığı yaşayan yeni bilinç düzeyine geçişin basit ama etkili sırlarını veriyor bizlere..
Günümüzde "kişisel gelişim" anabaşlığıyla yazılmış huzur vaadeden benzer kitaplar içinde fark yaratmayı başaran bir kitap Varolmaın Gücü. "Pozitif düşün hayatın pozitif olsun" yaklaşımı ve meşhur "secret"felsefesi günümüzde çok popüler.Ama ne yazıkki bu yaşımıza kadar bir güzel beslediğimiz ve bütünleştiğimiz egomuz ve bilincimizin derinliklerindeki bir dolu negatif inanışla samimi bir pozitif düşünce modeli oluşturmak zor.Bu geçişi yapabilmemiz için önce kendimizi tanımamız ve varoluşumuzu ego ile tanımlamaktan vazgecmemiz gerekiyor.Bu anlamda kitabın hiçbir açık nokta bırakmadan tüm ipuçlarını verdiğini söyleyebilirim.Kitapta çok hoşuma giden ,aslında hayatın bizim tüm karmaşıklaştırma çabamıza rağmen ne kadar basit oldugunu hissettiren,işin sırrını yine sadece farkında olmaya dayandiran nefes başlıklı yazıdan kısa bir alıntı yaparak sözlerimi bitiriyorum.Eğer bu tarz kitapları seviyorsanız,hayatınızda birşeyleri olumlu yönde değiştirmek için bir rehber arıyorsanız bu kitabı ıskalamayın derim:)
NEFES
Biri geçenlerde bana oldukça büyük bir ruhsal organizasyonun yıllık tanıtım broşürünü gösterdi.Ona baktığımda çok çeşitli seminerler ve atölye çalışmalarıyla karşılaşınca şaşırdım.O kişi bana bir-iki tanesini önerip öneremeyeceğimi sordu."Bilmiyorum" dedim."Hepsi çok ilginç görünüyor."Ama şunu biliyorum"diye ekledim."Aklına geldiği her seferinde ,nefesine dikkat et.Bunu bir yıl süreyle yaparsan,bütün bu seminer ve kurslara katılmaktan daha güçlü bir değişim etkisi olur.Üstelik de bedava"
Nefesinizin farkında olmak,dikkatinizi düşüncelerden uzaklaştırarak bir boşluk yaratır.Bilinç geliştirmenin bir yolu budur.Bilincin bütünlüğü ifade edilmeden orada durmasına rağmen,bilinci şimdi bu boyuta getirmek için buradayız.
.................................
Nefesinizin farkında olmak ,sizi şu anda kalmaya zorlar;bu da içsel değişimin anahtarıdır..

6 Temmuz 2009 Pazartesi

SESSİZCE DÖN

Sessizce dön bir gezi kitabı,aynı zamanda bir içyolculuk hikayesi.Yazarı Özcan Yüksek,Atlas dergisi yayın yönetmeni..Yazar Mevlana'nın izini sürüyor bu kitapta.Mevlana'nın doğduğu kent olan Belh'ten başlayıp yaşamını sürdürdüğü Anadolu'ya uzanıyor kitap.
Yolculuk günümüzde yapılıyor,Mevlana'nın 800 doğum yılı vesilesiyle Atlas Dergisi için,sonra bir kitaba dönüşüyor,günümüzde yapılmış ama Özcan Yüksek önsözde şöyle diyor:"Yola çıkan ,yolun karakterini kazanır.İnişli çıkışlı bir yolsa kendisi de öyle olur;kervanla yola çıkmışsa zamanı kervan ritminde hisseder,uçakla yola çıkmışsa da jet ritminden çıkamaz.Dağda yürürse dağ,çölde yürürse çöl olur.Mevlana yolunda,çoğunlukla,bedensel olarak değilse bile ruhsal olarak,onun zamanında kalmaya itina ettim"Böyle diyor yazar ve kitap boyunca sadece kendini değil okuyucuyu da o zamanda gezdirmeyi,kendiyle beraber okuyucuya da içyolculuk yaptırmayı başarıyor.Kitabın dilinde de Atlas dergisinden Yüksek'i takip edenlerin tanıyacağı okuyucuya hitap eden mistik ve edebi bir hava var.Kitabın ana teması Mevlana olunca tabi bolca da tasavvufi öğeler ...Ayrıca tüm yolculuk anılarına eşlik eden ve yazarın içyolculugunu simgeleyen Mesnevi'den alıntılar,sufi hikayeleri..
Yazar yolculuk boyunca Mevlana'nın göç yolunda O'ndan izler arıyor.Bu arayışını da şöyle ifade ediyor kitabın içinde;"En güzel keşif nedir?Zaten var olan ama hiç gitmediğin bir yeri ilk kez görmek değildir;en güzel keşif,geçmişte bir zamanlar var olmuş,sonra kaybolmuş bir yerin saklandığı yeri bulmaktır.Yalnızca harita üzerinde değil,gözlerinin önünde bulmaktır."
İçeriğe gelince yolculuk Afganistan'dan başlıyor,kitabın başında verilmiş harita üzerindeki rotayı takip ederek İran ve Suriye'yi aşıp Anadolu'da son buluyor.Kitapta Afganistan yolculuğu oldukça hüzünlü,savaşın izleri,tehlikeli çöl yolculukları,yolculuga cıkmadan önce bahşiş karsılıgı yapılan dualar,kız cocukları okumasın diyeTaliban tarafından yıkılan okullar,burkalı kadınlar,harap edilmiş tarihi eserler...İran ve Suriye'den Ortadoğu manzaraları ve bizim Anadolu...
Okuyucuyu masalsı bir yolculuğa peşinden sürükleyen bir kitap Sessizce Dön..
Sözü uzatmadan aşkla yapılan bir yolculuk kitabının anlatımını kitabın içindeki Mesnevi alıntısıyla ve aşkla bitireyim;
"Aslında ,dünyanın her cüzü,herşeyi aşıktır;her şeyin,her zerrenin,her atomun bile içine aşk ateşi düşmüştür!Herşey ,sevgili ile buluşmak için çırpınır durur;her şey buluşma sarhoşudur!"